08 Nisan, 2020 - İzlenme: 2267
Kur´an ve Sünnet açısından hiçbir kıymet-i harbiyesi yok, tarih bakımından ise unutmamak, hatırda kolayca tutabilmek bakımından kullanılmasında bir sakınca yoktur. Nitekim bu, şu anda kullanılan Gregoryen takvimi gibidir. Özellikle Hristiyanlık dünyasının ve birçok milletlerin kullandığı bir takvimdir. Bilindiği gibi bu takvim Hz. İsa´nın doğuşunu temel kabul edip sıfır (0) tarih olarak değerlendirir. Hicrî takvim de Müslümanların kullandıkları takvim olup hicret olayı esas alınarak, Hz. Ömer’in hilâfeti zamanında tanzim edilmiştir. Malumunuzdur ki hicrî takvim, ayın hareketlerine göredir ve bir sene 354 gündür. Diğer takvim güneşin hareketlerine göredir, sene de 365 gün olmaktadır.
Bu münasebetle, duyarlı olan Müslümanlara hatırlatmak bakımından bu makaleyi yazmak mecburiyetinde kalmış bulunuyorum.
Yukarıda kısaca muhtevâsından bahsettiğim ebced hesabını usulü dairesinde kullananlar olmuştur. Bunda bir sakınca yoktur. Nisyan ile malul olan hafıza-yı beşere hatırlatıcı olmaktadır. Nitekim popüler kimselerin, tahta çıkan sultanların cüluslarına tarih düşmek, âdet halinde devam edegelmiştir. Başka tarihler, doğumlar, ölümler vs. gibi hallerden müteşekkil olarak örnekleri çoğaltmak mümkündür. Nitekim Pir Abdulkadir Geylânî için de böyle bir tarih düşülmüş.
İnne bâzallâhi sultânü’r-ricâl
Câe fi’l-aşki tüvüffiye fi’l-kemâl
Bununla hem doğumu hem de ölümü, kafiye bir şiirle belirtilmiştir. Bu aslında zor bir iştir. Kabiliyet ister, şiire istidâdı olmayanların yapacağı bir iş de değildir. Anlatıma kolaylık, ciddiyet ve öğrenme ve öğretme açısından tamamen güzeldir. Bilmece-bulmaca kabilinden kullanmak, hıfzedip, hafızada uzun süre kalmasına da vesiledir. Ecdat bunu, bu işlerde az çok kullandılar. Bugün pedagoji-psikolojide kullanılmakta olan metotların temelleri onlara aittir. Hatta tamamen İslâmîdir. Rasulullah´ın bizzat şifahî ve tatbikî olarak hayatında görüyoruz. Kimse garipsemesin. O, “Eddebenî Rabbî…” demiştir.
İlk zamanlar İslâm dininin esaslarını iyi bilmeyenler ebced hesabıyla, Kur´an´dan bazı iş´arî ve bâtınî manalar çıkarmışlardır. Hatta bunların arasına sayıları az, tek tük de olsa ulemâ da karışmıştır. Kur´an´a, Sünnet’e uygun hoş olanlar olduğu gibi saçma sapan olanları da vardır. Bunlar hurâfedir, bâtıldır. Örnek olarak koronavirüs sebebiyle sağda solda söylentiler, gazetelerde yazılar yazılıyor. Bu olayı Dabbetü’l-Arz ile yorum yapıp, ebced hesabıyla bir tarih tutturarak “Bak işte bu kıyametin büyük alametlerinden olandır. Aman ha, ona göre dikkat edin!” tarzında yorumlar, korkutmalar vesaire vesaire diyorlar. Bu kökten yanlış ve tutarsızdır.
Birinci olarak, Dabbetü’l-Arz, Kur´an-ı Kerim’in koyduğu şekle, tarife uymuyor.
İkinci olarak, yukarıda söylediğimiz gibi, kehânet, istikbâle ait olaylar, gaybtan haber vermeler de vesaireler küfürdür, tevbe-istiğfarla iman tecdid edilmelidir. Hiçbir Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimi bunun aksini iddia edemez. Olanlar varsa akâid kitaplarına, Akâid-i Nesefî´ye baksınlar, okusunlar. Biz baktık, okuduk diyen varsa, tavsiyem, anlayarak içlerine sindire sindire okusunlar. Okuyup anlayamıyorlarsa, şartlarını hâiz âlimlere sorsunlar. Bu Müslüman milleti aslı astarı olmayan dualarla, cevşen mevşen okutturmalarla vakitlerini boşa geçirtip, kul haklarıyla âhirete gitmesinler. Gidenler gitti tabi, orada bakalım nasıl hesap verecekler. Yazık, çok yazık. Bunun böyle olduğunu bildikleri hâlde, yazıp çizip ikaz etmeyenlere de binlerce, milyarlarca yazık!!!
Bizler dilsiz şeytan mı olacağız? Siz onu bunu bırakın, yalancı peygamberler, yalancı mehdilerin ardı arkası kesilmeden gelip duruyor. Bunlar bir tarafa “Mehdi gelecektir.” diye haber veren Hz. Peygamberin bu haberlerini “Gelmeyecektir.” diye kitaplarda yazanların kitapları okunuyor. Televizyon ekranları bu haberlerle çatladı, yeter artık.
Bitirirken bu yazımı; şunu da belirtmek isterim ki, ebced hesabından bahisle, hoş olanlar içinde olup sayılanlardan Kur´an’da geçen “hoş bir belde” âyetini (Sebe sûresi, 16), İstanbul´un fethiyle ilgilendirenler olmuştur. Bu, bazılarınca hoş olarak nitelendirilebilir. Ama bana göre isabetli bir yaklaşım değildir. Çünkü oradaki hoş beldeden bahsedilen yer, Yemen’de Sebe kavmi için olan bir yer, bir beldedir. Anlaşılacağı üzere bunun İstanbul´un fethi ile ilişkilendirilmesi doğru değildir. Bâtıldır. Mecelle kaidesine göre, bâtıl makisûn aleyhi olamaz, vesselam.
Bu yönüyle de ebced hesabıyla yola çıkıp da kıyametin kopuş tarihinin, Mehdi´nin çıkış tarihinin veyahut da kıyametin büyük alâmetlerinin tarihlerinin tayin edilmeye kalkışılması ve bunun Kur´an-ı Kerime yüklenmeye çalışılması tamamen hurâfedir, yalan ve bid´attır. Kıyâmetin büyük alâmetleri çıktığı zaman daha iyi anlaşılacaktır. Bunlar hakkında, açıklayıcı bilgileri bulabileceklerimiz vardır, fazla malumatı olmayan da vardır. Yalnız küçük alâmetler hakkında olanlarını haber verildiği şekliyle çıkınca, ayne’l-yakîn olarak görüyoruz. Buna ait nasıl fitnelerin çıkacağı gibi olanlar. Şunu da belirteyim ki, sayılan küçükleri arasında, malın çoğalması zekâtı verecek olan kişinin dönüp dolaşması, fakir bir insan bulamaması gibileri vardır. Bir de ticaret yapanlar elbiseyi yayacak, toparlamaya vakit bulamayacak, kişi havuzunu yapıp onu kullanamadan veee… Sofraya oturan lokmayı ağzına alacak yutmaya imkân bulamadan… BAĞTETEN (ansızın) gelip çatacak.
Mâ a‘tedte lehâ / Kıyamet için ne hazırladın?
Abdullah DEMİRCİOĞLU
16 Aralık, 2005
26 Aralık, 2020
30 Nisan, 2022
31 Mayıs, 2013
12 Temmuz, 2020
19 Şubat, 2024
22 Temmuz, 2010
16 Şubat, 2013